
FETİHTEN ÖNCE
MÖ 7. yüzyılda Boğazlar çevresine ilk yerleşenlerden Megaralılar, kentlerine, komutanlarının adı olan Bizas'ın adına atfen Bizantion dediler. MS 2. yüzyılın sonunda kenti ele geçiren Roma İmparatoru Septimius Severius'un karısı İmparatoriçe Antonnina'nın adı verildi. Nihayet 1. Constantinus zamanında, 11 Mayıs 330'da, kentin yeni kuruluşu kutlandı ve yeni adı resmen Constantinopolis olarak, Yeni Romalı dönemine başladı.
Constantinopolis'te yaşayan halkın kendisine Roma vatandaşı anlamında Rum demesi, Caracalla'nın, 212'de ilan ettiği ve Roma İmparatorluğu içinde serbest yurttaş olan (köle olmayan) tüm halkı eşit yurttaş sayan tarihi kararına kadar eskilere götürülebilir. Resmi dili Latince olan Doğu Roma'nın başkentine ''Yeni Roma'' da denmişti.
Konstantinopolis halkı Bizans döneminde kendisine "Rum" -Romeos-, Doğu Roma İmparatorluğu'na da Romania; kullandıkları dile ise Yunanca -Hellence- diyordu. Bu dönemin ayırıcı kimliğinde iki özellik göze çarpar: Ortodoks mezhebi ve bu dinden de kaynağını alan Yunanca.
Bizans ve Çevresi
9-13. yy'larda Rumları tehdit eden iki düşmanları vardı: Batıda Katolik dünya ve Doğu'da İslam dünyası. Bizans devleti ve halkı Doğu'dan ve Batı'dan sıkıştırılmakta, bu güçlere karşı toprak ve gelir kayıpları vererek gerilemekteydi. Bu dönemin edebi ve dinsel metinlerinde bu korkunun izlerine rastlanır.
Batı'da, Konstantinopolis'i yeniden ele geçirmek amacıyla bir Haçlı seferi hazırlıklarının arkası kesilmemişti. Batı'yı durdurmak için en etkili silah, Katolik ve Ortodoks kiliselerin birleşmesi formülüydü; yani Katoliklerin ilkeleri ve Papa, Bizans'ın Ortodoks halkı tarafından tanınacak, Batı'nın mezhep sapkınları suçlaması etkisiz kılınacaktı. Bizans, yaşamının son dönemlerinde bu konuyu hep açık tutmuştu.
14. yy'da Bizans, Türkler ve Sırplar'a süregiden toprak kayıplarından sonra artık bütünüyle güçsüz ve etkisiz bir devlet durumuna düştü. Osmanlı toprakları ortasında kalan Konstantinopolis'in yöneticileri son ana kadar kiliselerin birleşmesini gündeme getirerek kurtuluşu Batı'da aradılar. Aralık 1452'de Ayasofya'da, papanın temsilcileriyle birlikte Katolik ayin yapıldı, İmparator birleşmeyi bir kez daha ve yeniden onaylarken, halk ve kimi din adamları aynı anda Pantokrator Manastırı'nda kendi mezheplerinden yana ayin yapıyorlardı. Her şeyin bittiğinin belli olduğu 28 Mayıs 1453 gecesi imparator ile halkın bir arada Ayasofya'da yaptıkları son ayin ise Ortodoks geleneğine göre yapıldı.
Anadolu'nun Türkleşmesi
Rum dünyasının Türk yönetimi altına girmesi Konstantinopolis'in alınmasından çok önce, 11. yüzyılda Türklerin Anadolu'ya girmesiyle başlamıştı. Bu dönemden başlayarak, Rumların tarihi doğrudan ve kesintisiz bir biçimde Türklerle ilişkilidir. Anadolu'da Rum toplumunun Türk-İslam yönetimi altında yaşamaya başladığı döneme sonraları Turkokratia (Türk yönetimi) demişler ve böyle bir egemenliğin bilincini taşımışlardır.
Türk boylarının Anadolu'ya yönelmelerinin ideolojik gerekçesi cihattı. Bu topraklarda iki farklı toplum karşı karşıya gelmişti: Yerleşik Hıristiyan toplum ve göçebe ya da yarı yerleşik bir toplum olan Müslüman Türkler. Güçsüzleşen ve yoksullaşan Bizans devletinin ordusu direnemiyordu. Ağır vergiler altında ezilen Rum halkı ise Türkler'in ilerlemesine karşı çıkmıyordu.
1373'ten sonra Bizans artık Osmanlıların vasalı durumundaydı; hareket özgürlüğünü bütünüyle yitirmişti. Osmanlılar Konstantinopolis'teki taht kavgalarında söz ve karar sahibiydiler. Venedik ve Cenova'nın yönetimindeki eski Bizans topraklarında yaşayan Rumlarla, Anadolu'da Türklerin egemenliği altında yaşayan Rumların ekonomik ve dinsel özgürlükler açısından kıyaslanmaları İstanbul Rumlarınca da yapılıyor, tercih terazisi çoklukla Türklerden yana ağır basıyordu. Türk yönetimi altında yaşayan Rumlar ikinci sınıf halk muamelesi görüyordu, kafir sayılıyor, cizye ödüyor, çocuklarını devşirme usulü yüzünden kaybedebiliyordu; ama gene de koşullar göreceli olarak daha iyiydi. Türk egemenliğine giren yerlerde Bizans yasaları bütünüyle yürürlükten kalkmamıştı, din ve ticaret alanı daha serbestti, köylünün vergileri ve angaryaları Latinlerin egemenliğindeki yörelere göre daha hafifti. İmparatordan sonra en önemli kimse olan Lukas Notaras'ın ünlü Latin başlığını görmektense kentin içinde Türk'ün sarığını görmek daha iyidir! sözü bu kıyaslamanın özetidir.
Yaklaşık 400 yıl içinde (1071-1453) Anadolu Rum nüfusunda büyük bir düşüş oldu. Özellikle Anadolu Selçuklularının ortadan kalkmasından sonraki karışıklıklar, istikrarsızlık ve güvensizlik yıllarında nüfus azalması hızlı olmuştur. Ürün talanları ve köleleştirmeler bu dönemde sıklaşmış ve büyük yerel cemaatler erimiştir.
0 yorum:
Yorum Gönder