Yunan İhtilali ve Fener Döneminin Sonu
1821 'de Yunan ihtilali ile ''Fener dönemi" aniden son buldu. Patrik Grigorios sorumlu cemaat başı sıfatıyla, başka din adamları ve halktan kimseler ise gözdağı verme amacıyla idam edildi. Osmanlı yönetimi Fenerlilere artık güvenmedi, onları voyvodalık ve tercümanlık işlerinde kullanmadı. Karşılıklı güvensizlik, Osmanlı yönetimiyle Fenerliler arasındaki çatışmayı körükledi. Yunan ihtilali ile İstanbul'da başlatılmış olan sindirme hareketinin sonucunda Fenerlilerin bir bölümü Batı'ya, Rusya'ya ya da isyan bölgesi olan Mora'ya kaçtılar.
Fenerlilerin tarih içinde ikili işlevleri olduğu söylenebilir. Bir yanda kültür alanında, yani dil, yazı, edebiyat ve düşünce alanındaki katkılarıyla Yunan ulusçu gelişmelerinin temelini attılar, hatta Rumların örgütsel piramitinin başında bir tür yönetim özerkliği oluşturarak gelecekteki devlet örgütlenmesinin ilk nüvelerini ve deneyimlerini başlattılar, öte yanda ortaya çıkan ''çağdaş" düşüncelere karşı bir tutum içine de girdiler. Fenerliler kültür alanında ilerici, siyasal alanda tutucu oldular. Örneğin, bu ikili özelliği sergileyen bir Fenerli aydın D. Katarcis- Fotiadis'tir (1730-1807). İstanbullu Rumların da bu iki farklı görüşün arasında bölündükleri ya da bocaladıkları söylenebilir.
Yunan Devletinin Kuruluşu
1829'da Yunan devletinin kurulması Rumların yaşamında önemli bir aşamadır. O güne dek Osmanlı yönetimince bir cemaat olarak algılanan Rumlar, birden yabancı bir devletin, Yunan devletinin uzantısı, hatta beşinci kolu diye algılanmaya başlandı. ''Devlet" bu cemaate karşı güvensizlik duydu; Rumlar da devlete karşı yabancılaşmaya başladı. Fenerlilerin ve genel olarak Rumların devlet görevleri üstlenmeleri kısıtlandı.
İstanbul'daki tutucu Rum kesimle yeni kurulan ulusçu Yunan devleti arasında sürtüşme uzun süre gündemde kaldı. Yunan devletinin ilk eylemlerinden biri İstanbul Patrikhanesi'nden bağımsız kendi özerk kilisesini kurmak oldu. İki kilise arasındaki ilişkiler ancak 1850'de normale döndü.
İstanbul Patrikhanesi çevresi, Yunanistan'da gelişen ulusçu düşüncelere herhalde hiçbir zaman tam olarak katılmadı. 1840'larda ortaya çıkan Megali İdea yani tüm Yunanlıları ve yaşadıkları yöreleri yeni kurulan devlete katma düşüncesi, Patrikhane tarafından benimsenmedi. Patrikhane, kimi İstanbullu soylular, zenginler ve aydınlar, Osmanlı çatısı altında ama Ortodoks ve Rum olarak yaşamayı yeğlediler. Bu hareket kimi zaman Helen Osmanlılığı olarak da dile getirildi. Bu görüşün taraftarları Osmanlı Devleti'nin güvenini yeniden kazanarak 19. yy'ın ortalarından başlayarak devlet yönetiminde önemli mevkiler kazandılar.
Ortak bir Türk-Yunan devletinin kurulması için 1908-1912 arasında İon Dragoumes (1878-1920) ve Atanasios Suliotes-Nikolaides (l878- 1945) İstanbul'da politik bir eyleme girişen illegal İstanbul Örgütü'nü kurdular.
Rumlar'ın Siyasal, Hukuksal Konumları:
Rumlar, Osmanlı Devleti'nin "millet sistemi" içinde özel bir statüde yaşadılar.
19. yy'a kadar Rumların ayrı ve "aşağı" konumda olduğunu gösteren uygulamalar, genel hukuk, yönetime katılma, din ve evlilikler alanındaydı. Mahkemede gayrimüslimlerin şahitligi ikincildi. Gayrimüslimler özel vergiler öderlerdi; ticaret hakkı ve izni almak için Hıristiyanlar Müslümanlara kıyasla, az da olsa daha fazla vergi ve daha yüksek gümrük vergisi öderlerdi. Asker, subay ve devlet memuru olamazlardı. Hıristiyan kimliklerini koruyarak üstlenebilecekleri devlet görevleri, yabancı dil gerektiren kimi danışmanlık görevleriyle, genellikle 18. yy'dan sonra, voyvodalık ve tercümanlıkla sınırlanmıştı. Yeni kilise kurmak yasaktı; onarımlar izne bağlıydı. Hıristiyan erkeğin Müslüman bir kadınla evlenmesi yasaktı; Müslüman erkek gayrimüslim bir kadınla evlenebilirdi. Yasaya uymayanlar idam ya da linç edilirdi. Karma evliliklerde çocuklar Müslüman olurlardı. Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçme serbest olmakla birlikte, ters yönde bir din değiştirme ölümle cezalandırılırdı.
Rumlar sakal bırakamazdı, belli renkte giysiler giymeleri gerekirdi, kaldırımda yürüyemez, ata binemezlerdi. Evleri taştan ya da çok katlı olamazdı. Kürk giymeleri izne bağlıydı, Hıristiyan efendisi olan köle Müslümanlığı seçtiğini dile getirdiğinde salıverilmesi gerekirdi.
Rumlar, siyasal haklarının sınırını genişletmek için kimi zaman Osmanlı yöneticilere ricalarda bulundular, zorladılar, bazen de Osmanlı sınırları dışında ittifaklar aradılar. Yabancı devletler bu durumu fırsat bilip Hıristiyanları koruma bahanesiyle Rumlardan (ve genel olarak gayrimüslimlerden) yana girişimlerde bulunup Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karıştılar. Sonuçta bir Müslüman-Hıristiyan mücadelesine dönüşen ve dış güçlerin istismar ettiği bu siyasal mücadele, Rumlarla Osmanlı Devleti arasında kuşkuyu, güvensizliği artırdı ve toplumsal huzuru bozdu.
Azınlık Haklarında Reformlar
Osmanlı yöneticileri genellikle Batı'ya hoş görünmek ve baskılardan kurtulmak amacıyla, ama köklü bir siyasal değişikliğin yararına pek inanmadan, özellikle 19. yy'da bir dizi reformlara giriştiler. Gönülsüz yapılan reformlara Müslüman halk destek olmadı; hatta yer yer karışıklıklar çıktı, protestolar görüldü. 1839'da Tanzimat Fermanı ile "can, ırz, mal güvenligi" sağlanacağı, vergiler ve askerlik konularında Müslümanlarla sair milletler arasında eşitlik tesis edileceği ilan edildi. Gerçekten de 1840'ta Ceza Kanunnamesi'nin yürürlüğe girmesi ve idare Meclisleri'nin kurulması ile Rumlar yerel yönetimlere kısmen katılmaya başladılar. 1850'de Ticaret Kanunnamesi Osmanlı milletleri arasında, pratikte olmasa da hukuk alanında, eşitligi sağladı. Islahat Fermanı (1856) bu eşitliği yeniden onayladı, askerlik konulannda eşitlik yönünde adımlar atıldı. 1856'da Meclis-i Vala-yı Ahkam-i Adliye'ye ve 1868'de Şura-yı Devlet'e Rum delegeler tayin edildi. 1876'da Kanun-i Esasi'yi hazırlayan komisyonda da 2 Rum delege yer aldı. 1864'te yeni ve ileri bir eyalet ve vilayet yönetimi. 1876'da da meşruti yönetim denendi ve aynı eşitlik vaatleri tekrarlandı.
Ancak çağdaş anlamda siyasal eşitlik çokuluslu Osmanlı Devleti içinde gerçekleşemedi. 70 yıl içinde eşitliği sağladığını ilan eden reformların dört kez yürürlüğe konması, bu reformların eşitliği bir türlü sağlamadığını gösterir. Eşit yurttaş kavramı toplumun Müslüman kesimi tarafından benimsenmedi ve pratiği uygulamaya konamadı. Girişimler her seferinde bir süre sonra tavsadı ve eski uygulamalara dönüldü. Ancak İstanbul Rumları bu gelişmelerden, gene de büyük yarar gördüler.
1821 'de Yunan ihtilali ile ''Fener dönemi" aniden son buldu. Patrik Grigorios sorumlu cemaat başı sıfatıyla, başka din adamları ve halktan kimseler ise gözdağı verme amacıyla idam edildi. Osmanlı yönetimi Fenerlilere artık güvenmedi, onları voyvodalık ve tercümanlık işlerinde kullanmadı. Karşılıklı güvensizlik, Osmanlı yönetimiyle Fenerliler arasındaki çatışmayı körükledi. Yunan ihtilali ile İstanbul'da başlatılmış olan sindirme hareketinin sonucunda Fenerlilerin bir bölümü Batı'ya, Rusya'ya ya da isyan bölgesi olan Mora'ya kaçtılar.
Fenerlilerin tarih içinde ikili işlevleri olduğu söylenebilir. Bir yanda kültür alanında, yani dil, yazı, edebiyat ve düşünce alanındaki katkılarıyla Yunan ulusçu gelişmelerinin temelini attılar, hatta Rumların örgütsel piramitinin başında bir tür yönetim özerkliği oluşturarak gelecekteki devlet örgütlenmesinin ilk nüvelerini ve deneyimlerini başlattılar, öte yanda ortaya çıkan ''çağdaş" düşüncelere karşı bir tutum içine de girdiler. Fenerliler kültür alanında ilerici, siyasal alanda tutucu oldular. Örneğin, bu ikili özelliği sergileyen bir Fenerli aydın D. Katarcis- Fotiadis'tir (1730-1807). İstanbullu Rumların da bu iki farklı görüşün arasında bölündükleri ya da bocaladıkları söylenebilir.
Yunan Devletinin Kuruluşu
1829'da Yunan devletinin kurulması Rumların yaşamında önemli bir aşamadır. O güne dek Osmanlı yönetimince bir cemaat olarak algılanan Rumlar, birden yabancı bir devletin, Yunan devletinin uzantısı, hatta beşinci kolu diye algılanmaya başlandı. ''Devlet" bu cemaate karşı güvensizlik duydu; Rumlar da devlete karşı yabancılaşmaya başladı. Fenerlilerin ve genel olarak Rumların devlet görevleri üstlenmeleri kısıtlandı.
İstanbul'daki tutucu Rum kesimle yeni kurulan ulusçu Yunan devleti arasında sürtüşme uzun süre gündemde kaldı. Yunan devletinin ilk eylemlerinden biri İstanbul Patrikhanesi'nden bağımsız kendi özerk kilisesini kurmak oldu. İki kilise arasındaki ilişkiler ancak 1850'de normale döndü.
İstanbul Patrikhanesi çevresi, Yunanistan'da gelişen ulusçu düşüncelere herhalde hiçbir zaman tam olarak katılmadı. 1840'larda ortaya çıkan Megali İdea yani tüm Yunanlıları ve yaşadıkları yöreleri yeni kurulan devlete katma düşüncesi, Patrikhane tarafından benimsenmedi. Patrikhane, kimi İstanbullu soylular, zenginler ve aydınlar, Osmanlı çatısı altında ama Ortodoks ve Rum olarak yaşamayı yeğlediler. Bu hareket kimi zaman Helen Osmanlılığı olarak da dile getirildi. Bu görüşün taraftarları Osmanlı Devleti'nin güvenini yeniden kazanarak 19. yy'ın ortalarından başlayarak devlet yönetiminde önemli mevkiler kazandılar.
Ortak bir Türk-Yunan devletinin kurulması için 1908-1912 arasında İon Dragoumes (1878-1920) ve Atanasios Suliotes-Nikolaides (l878- 1945) İstanbul'da politik bir eyleme girişen illegal İstanbul Örgütü'nü kurdular.
Rumlar'ın Siyasal, Hukuksal Konumları:
Rumlar, Osmanlı Devleti'nin "millet sistemi" içinde özel bir statüde yaşadılar.
19. yy'a kadar Rumların ayrı ve "aşağı" konumda olduğunu gösteren uygulamalar, genel hukuk, yönetime katılma, din ve evlilikler alanındaydı. Mahkemede gayrimüslimlerin şahitligi ikincildi. Gayrimüslimler özel vergiler öderlerdi; ticaret hakkı ve izni almak için Hıristiyanlar Müslümanlara kıyasla, az da olsa daha fazla vergi ve daha yüksek gümrük vergisi öderlerdi. Asker, subay ve devlet memuru olamazlardı. Hıristiyan kimliklerini koruyarak üstlenebilecekleri devlet görevleri, yabancı dil gerektiren kimi danışmanlık görevleriyle, genellikle 18. yy'dan sonra, voyvodalık ve tercümanlıkla sınırlanmıştı. Yeni kilise kurmak yasaktı; onarımlar izne bağlıydı. Hıristiyan erkeğin Müslüman bir kadınla evlenmesi yasaktı; Müslüman erkek gayrimüslim bir kadınla evlenebilirdi. Yasaya uymayanlar idam ya da linç edilirdi. Karma evliliklerde çocuklar Müslüman olurlardı. Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçme serbest olmakla birlikte, ters yönde bir din değiştirme ölümle cezalandırılırdı.
Rumlar sakal bırakamazdı, belli renkte giysiler giymeleri gerekirdi, kaldırımda yürüyemez, ata binemezlerdi. Evleri taştan ya da çok katlı olamazdı. Kürk giymeleri izne bağlıydı, Hıristiyan efendisi olan köle Müslümanlığı seçtiğini dile getirdiğinde salıverilmesi gerekirdi.
Rumlar, siyasal haklarının sınırını genişletmek için kimi zaman Osmanlı yöneticilere ricalarda bulundular, zorladılar, bazen de Osmanlı sınırları dışında ittifaklar aradılar. Yabancı devletler bu durumu fırsat bilip Hıristiyanları koruma bahanesiyle Rumlardan (ve genel olarak gayrimüslimlerden) yana girişimlerde bulunup Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karıştılar. Sonuçta bir Müslüman-Hıristiyan mücadelesine dönüşen ve dış güçlerin istismar ettiği bu siyasal mücadele, Rumlarla Osmanlı Devleti arasında kuşkuyu, güvensizliği artırdı ve toplumsal huzuru bozdu.
Azınlık Haklarında Reformlar
Osmanlı yöneticileri genellikle Batı'ya hoş görünmek ve baskılardan kurtulmak amacıyla, ama köklü bir siyasal değişikliğin yararına pek inanmadan, özellikle 19. yy'da bir dizi reformlara giriştiler. Gönülsüz yapılan reformlara Müslüman halk destek olmadı; hatta yer yer karışıklıklar çıktı, protestolar görüldü. 1839'da Tanzimat Fermanı ile "can, ırz, mal güvenligi" sağlanacağı, vergiler ve askerlik konularında Müslümanlarla sair milletler arasında eşitlik tesis edileceği ilan edildi. Gerçekten de 1840'ta Ceza Kanunnamesi'nin yürürlüğe girmesi ve idare Meclisleri'nin kurulması ile Rumlar yerel yönetimlere kısmen katılmaya başladılar. 1850'de Ticaret Kanunnamesi Osmanlı milletleri arasında, pratikte olmasa da hukuk alanında, eşitligi sağladı. Islahat Fermanı (1856) bu eşitliği yeniden onayladı, askerlik konulannda eşitlik yönünde adımlar atıldı. 1856'da Meclis-i Vala-yı Ahkam-i Adliye'ye ve 1868'de Şura-yı Devlet'e Rum delegeler tayin edildi. 1876'da Kanun-i Esasi'yi hazırlayan komisyonda da 2 Rum delege yer aldı. 1864'te yeni ve ileri bir eyalet ve vilayet yönetimi. 1876'da da meşruti yönetim denendi ve aynı eşitlik vaatleri tekrarlandı.
Ancak çağdaş anlamda siyasal eşitlik çokuluslu Osmanlı Devleti içinde gerçekleşemedi. 70 yıl içinde eşitliği sağladığını ilan eden reformların dört kez yürürlüğe konması, bu reformların eşitliği bir türlü sağlamadığını gösterir. Eşit yurttaş kavramı toplumun Müslüman kesimi tarafından benimsenmedi ve pratiği uygulamaya konamadı. Girişimler her seferinde bir süre sonra tavsadı ve eski uygulamalara dönüldü. Ancak İstanbul Rumları bu gelişmelerden, gene de büyük yarar gördüler.
0 yorum:
Yorum Gönder